Bhagavad-gītā; yaklaşık olarak 5.130 yıl önce önce gerçekleşen Kurukṣetra savaş meydanında, Kṛṣṇa ve Arjuna arasında geçen diyaloglardan oluşur. İçerisinde 700 kıtayı barındırır ve bu kıtalar doğum, ölüm, yaşamın amacı, davranışlarımızın yol açtığı sonuçlar, acı, mutluluk, spiritüel pratikler ve bunların gerçek amacı, inanç, maddi doğanın işleyiş şekli, gerçek bilginin ne olduğu ve nasıl öğrenilmesi gerektiği gibi pek çok konudan oluşur. İçeriğinin derinliği sebebiyle tek seferde okunduktan sonra anlaşılabilen sıradan bir kitap olmaktan ziyade, özümsenmesi bir ömür alan, her okunduğunda yeni şeyler öğrendiğimiz bir kitaptır. Vedik yazıtlar içerisinde özel bir yere sahiptir. Vedaların önemli bir parçası olan Upaniṣad’ların özeti olarak kabul edilir. Bu niteliğinden dolayı herkesin temel otorite kaynak olarak takip ettiği bir yazıttır. Yukarıda da bahsettiğim gibi konuların zenginliği ve derinliğinden dolayı tek seferde okuyup bitirmek kimileri için zor olabilir. Ayrıca, Bhagavad-gītā konusunda uzmanların ortak düşüncesine göre, tüm kitabı özetleyen, aktarmak istediği mesajı içeren dört kıta olduğu kabul edilir. Bu dört kıta Bhagavad-gītā’nın 10. bölümünde yer alır. Sırasıyla bu kıtalara yakından bakalım:
Bg. 10.8
ahaṁ sarvasya prabhavo
mattaḥ sarvaṁ pravartate
iti matvā bhajante māṁ
budhā bhāva-samanvitāḥ
Ben bütün maddi ve manevi dünyaların kaynağıyım. Her şey Benden yayılır. Bunu mükemmelen bilen bilge kişi, Bana adanmış hizmetle meşgul olur ve bütün kalbiyle Bana ibadet eder.
Varoluşun sebebinin ne olduğu hemen hemen her insanın sorguladığı bir konudur. Bununla ilgili pek çok farklı görüş ve inanış vardır. Kimilerine göre tüm varoluş hiçlikten, kimilerine göre formsuz yüce bir kudretin etkisiyle, kimilerine göre maddi elementlerin rastlantısal birleşiminden, kimilerine göre büyük bir patlamadan ortaya çıkmıştır. Bunun yanında pek çok inanış daha var ama bunlar en popüler olanlarıdır. Fakat burada Kṛṣṇa varoluşun kaynağının kendisi olduğunu yine kendi ağzından bildiriyor. Bu kıtada açık bir şekilde Kṛṣṇa’nın pozisyonunu bilmiş oluyoruz. Sonrasında ise Kṛṣṇa bunu bilen bilge kişilerin nasıl hareket ettiğini aktarıyor. Bu kişilerin yaşamlarını sevgi dolu bir kalple O’ na adadıklarını belirtiyor.
10.9
mac-cittā mad-gata-prāṇā
bodhayantaḥ parasparam
kathayantaś ca māṁ nityaṁ
tuṣyanti ca ramanti ca
Saf adananlarımın akılları daima Beni düşünmekle meşguldür, yaşamları tamamen Bana hizmet etmeye adanmıştır, her zaman birbirlerini aydınlatmaktan ve Benim hakkımda konuşmaktan büyük bir tatminiyet ve mutluluk duyarlar.
Bir önceki kıtada maddi ve spiritüel tüm varlığın kaynağını bilen kişilerin ne yaptıklarını gördükten sonra bu kıtada da nasıl yaptıklarını öğreniyoruz. Katışıksız bir şekilde Tanrı’ya sevgi ile bağlanan kişilerin her anında onu düşündüklerini, her eylemini her anını O’na adadıkları bir hizmet olarak gördüklerini ve bunu diğerleriyle paylaşmaktan büyük bir mutluluk ve tatminiyet duyduklarını görüyoruz.
Tüm manevi geleneklerin ve yoganın amacı; Yüce Olan ile ilişki kurmakla ilgilidir. Antropologlar insanı homo sapien olarak adlandırsa da gelenek içerisinden gelenler insanı homo religiosus olarak tanımlar. Yani insan Yüce Olan’a doğal olarak inanan ve onunla ilişki kurmak isteyen bir varlıktır. Bunun böyle olmadığını söylemek milyonlarca yıllık insan varoluşunu ya küçümsemek ya da görmezden gelmek anlamına gelir ve her iki durumda bilgisizliğin bir dışavurumudur.
Canlı varlıklar ebedi bir şekilde Tanrı’nın ayrılmaz parçalarıdırlar. Dolayısıyla yaşamın her anında tanrı kavramı geçmişte ve şimdi olduğu gibi gelecekte de olmaya devam edecektir.
Kalbi Tanrı sevgisi ile dolu olan kişiler bencillikten özgürleşirler ve sahip oldukları ne varsa onu paylaşmak isterler. Bunu yaparken zenginlikleri azalmaz, tam tersine daha da çoğalır. Bu zenginlik; artık hem konuşanın hem de duyanın olur .Ve aşkın bir doğası olduğu için her an katlanarak çoğalır. Dolayısıyla Kṛṣṇa hakkında duymak ve konuşmak bhakti yogīnin yegâne meşgalesidir. Bu aynı zamanda sevginin dışavurumudur. Gerçek mutluluğa ulaşan bu kişiler tüm canlı varlıkları Kṛṣṇa’nın parçası olarak görür ve severler. Bu sevgi paylaşmaya vesile olur.
10.10
teṣāṁ satata-yuktānāṁ
bhajatāṁ prīti-pūrvakam
dadāmi buddhi-yogaṁ taṁ
yena mām upayānti te
Kendini sürekli olarak Bana sevgiyle hizmet etmeye adayanlara, Bana gelebilecekleri anlayışı veririm.
Bu kıta da Kṛṣṇa’yı tanıyıp ona sevgi ile bağlandıktan sonra Kṛṣṇa’nın nasıl karşılık verdiğini açıkça görüyoruz. Otantik tüm spiritüel gelenekler, özellikle bhakti-yoga, Kṛṣṇa ile ilişki kurmakla ilgilidir. Bhakti-yoganın özelinde bu ilişki tamamıyla sevgi alışverişi üzerine kuruludur. Bhakti-yoga bunun nasıl yapılacağını A’dan Z’ye sistematik bir şekilde öğreten spiritüel bir bilimdir. Yani spiritüel pratiklerimiz neticesinde burada Kṛṣṇa’nın bize karşılık verdiğini görüyoruz. Onunla kurulan daimî bir sevgi ilişkisinin neticesinde, kendisine daha yakın olabilmemiz için bizlere anlayış vereceğini aktarıyor. Bu anlayış âtıl haldeki spiritüel zeka ve duyuların aktif hale gelmesi olarak açıklanır. Maddi niteliklerden arınıp saflaşan canlı varlık özgün doğasına, yani Kṛṣṇa’nın parçası olduğu bilincine ulaştığında artık fenomenler ya da olgular yalnızca onunla ilintili hale gelir. Dolayısıyla artık her yerde ve her şeyde onun yansıması görülür. Bu seviyedeki bir bilinçte tüm ikilemler, iyi-kötü, güzel-çirkin, maddi-spiritüel vs. ortadan kalkar. Aşkın, transandantal sevgi platformuna yerleşen canlı varlık artık tüm kalbinde yalnızca Kṛṣṇa’nın olduğunu görür.
10.11
teṣām evānukampārtham
aham ajñāna-jaṁ tamaḥ
nāśayāmy ātma-bhāva-stho
jñāna-dīpena bhāsvatā
Onlara özel merhamet göstermek için, kalplerinde ikamet ederek cehaletten doğan karanlığı parıldayan bilgi lambası ile yok ederim.
Bhagavad-gītā canlı varlığın kalbinde bir ağaç olduğunu resmeder. Buna göre bu ağacın dallarında yaşayan iki tane kuş vardır. Kuşlardan biri sürekli olarak ağacın dallarında yetişen meyveleri yemekle meşguldür. Diğer kuş ise yalnızca gözlemci konumunda meyveleri yiyen kuşu izlemekle meşguldür. Ruhun ikametgahı kalptir. Kalpte, aynı zamanda, Yüce Ruh ikamet eder. Birinci kuş bireysel ruh iken, ikinci kuş Yüce Ruh’tur. Biz maddi dünyada zevk alma peşinde koşarken Yüce Ruh’un her an bizi gözlemlediğini Bhagavad-gītā’dan öğrenmiş oluyoruz. Sadece kendimizi tatmin etmekten vazgeçip yüzünü Kṛṣṇa’ya çeviren bu kuş artık maddi olandan zevk almaz ve tüm zevkin kaynağı Kṛṣṇa olur. Bu çabanın sonucunda Kṛṣṇa tüm merhametiyle bize karşılık verir. Kalbimize yerleşip tüm karanlığı ortadan kaldırarak bizi yanılsamalar dünyasından alıp hakikatin muhteşem dünyasına götürür. Böylece varlık unutmuş olduğu kimliğini yeniden kazandığı için her an huşu içerisinde onunla olmaktan sonsuz bir mutluluk duyar. Mutlak Bilgi ya da Mutlak Hakikat ortaya çıkmış olur. Aydınlanma ile kastedilen budur.
İçinde yaşadığımız çağda insani, kültürel, felsefi, ahlaki, politik, çevresel vs. gibi pek çok anlamda kriz yaşanmakta. Ve bu sorunların temelinde insanın kimlik, aidiyet problemi yatmakta. Maddi bedeni ve ruhu arasında ayrım yapabilmeyi öğrenen ve ruhun gereksinimleri üzerine yaşamını yaşayan canlı varlık tüm bu sorunların üstesinden kolayca gelebilme gücüne sahip olur. Bhagavad-gītā’nın amacı bize bunu yapabilmeyi öğretmektir.